Tasavvuf metinlerinde sikça anlatilan bir menkibeye göre Imam Sâfiî, içinden çikamadigi bazi konularda bilgi ve görüs almak üzere, dinî ilimlerde herhangi bir tahsili bulunmayan Seybân isimli bir çobana gidiyor ve her defasinda aradigi cevabi bulmus olarak dönüyordu. Bu hareketinden dolayi elestirildiginde ise “Bu, bizim ilmimizin geregidir” cevabini veriyordu. Bu nasil mümkün olabilmistir? Elinizdeki kitap temelde bu iliski biçiminin mahiyetini izah etmek üzere ortaya çikan soru ve cevaplari, seriat-hakikat iliskisi sorunu çerçevesinde ele aliyor.
Tasavvufun yayginlastigi süreçte sûfîler, sosyal ve entelektüel hayatta yer edinmelerini zorlastiran birtakim problemlerle yüz yüze gelmisler ve dinin seriat-hakikat alanlari arasinda mutlak bir ayrimin olamayacagini dile getirerek bu sorunu asmaya çalismislardi. Bu baglamda tasavvuf, elestiri-kriz-uzlasi olmak üzere baslica üç asamada gelisim göstermistir. Lafiz-mana, zâhir-bâtin gibi kavramlar altinda da tartisilan seriat-hakikat iliskisi sorunu, gerçekte sadece tasavvufun degil, bir bütün olarak dinî ilimlerin en mühim problemidir. O nedenle tasavvufun kimligini kazandigi bu süreç hakkinda ne kadar bilgi sahibi olabilirsek, dinî ilimler ve dinî hayat arasindaki iliskiye dair bugün bile tartisilan pek çok meseleye iliskin daha verimli neticeler elde edebiliriz. Bu kitabin öncelikli amaci, seriat-hakikat iliskisi problematigini merkeze alarak tasavvufun tesekkül seyri hakkinda bir çerçeve sunmak ve çagdas tasavvuf arastirmalarina yöntem açisindan bir katki saglamaktir.
Güvenli Ödeme
Hızlı Teslimat
Kolay İade