“Insan haklari” denince herkesin aklina en üstün ahlak ilkeleri ve siyasi idealler gelir. Dahasi bu yüceligin insanlik tarihi kadar eski oldugu düsünülür. Fakat bu programin ne kadar yakin zamanda tedavüle girip yayginlastiginin farkina varmak insanda çarpici bir etki birakir. Bu siyasi idealin kendine bir alan açabilmesi için sadece ütopyalarin degil, genel olarak siyasi projelerin iskartaya çiktigi bir döneme, yirminci yüzyilin son çeyregine gelinmesi gerekiyordu. Insan haklarinin alamet-i farikasi, 1970’lerde bir anda nereden geldigi anlasilmadan sahneye çikmis olmasidir.
Insan haklari saf hümanist bir hareket midir? Devletlerin ya da hükümetlerin, özellikle de Soguk Savas döneminde, ihtilaf halinde olduklari diger devletleri sikistirmak için basvurdugu bir koz olarak mi deger kazanmistir, yoksa kerameti kendinden menkul bir taban hareketi midir? Baska bir dünyanin mümkün oldugu düsüncesinin yeni biçimi, bir “son ütopya” midir, yoksa baskasi olmayan bir dünyanin daha iyi ve ahlakli hale getirilmesi çabasi midir?
SamuelMoyn, Harvard Üniversitesi’nde tarih profesörü ve Humanity dergisinin yayin kurulu üyesi.
Güvenli Ödeme
Hızlı Teslimat
Kolay İade