Kierkegaard, bu kisa lakin anlam ve mesaj yüklü eserinde, Incil’deki Dag Vaazini temel alarak, insanin varolussal gerçeklerini ve kosullarini ince ve yer yer ironik bir dille mercek altina yatiriyor, ve diger eserlerinde oldugu gibi bunda da dini inanisi elestirel düsünceye açiyor.
Insanoglu, Kierkegaard’un “karsilastirma huzursuzlugu” dedigi seyden muzdarip; hep oldugundan daha fazlasini istiyor, komsunun bahçesindeki çimen ona hep daha yesil görünüyor. Kus gibi hür olma arzusu samimi bir arzu olabilir, lakin bu arzu hiçbir zaman gerçeklesemeyecegine göre, insani endise ve umutsuzluga da sürükleyebiliyor.
Biz insan olarak hiçbir zaman bir kus gibi kaygisiz olamayiz, lakin bir kusun “ah keske insan olsaydim” dedigini de hiç duymamisizdir. Iste, gökteki kustan ve kirdaki zambaktan ögrenebilecegimiz ilk sey bu oluyor: bir sey dememek, sükut etmek! Fazla lafin, çenebazligin endiseye götüren bir yol oldugunu söylüyor Kierkegaard.
Sonra kirdaki küçük bir zambak kendini baska bir seyle veya diger zambaklarla mukayese etmekle de ugrasmiyor. Onun öbürlerinden daha güzel olmak veya göze en güzel görünecegi baska bir yerde yetismek, veyahut kendini öbür zambaklara göre kanitlamak, tanimlamak gibi bir emeli yok.
Kusla zambaktan ögrenebilecegimiz ikinci sey: zambagin itaatkârligi! Insan olarak kaderimize razi olmamiz ve habire baskalariyla mesgul olmamamiz icap ediyor. Mütemadiyen belli bir yere dogru yolda olmamamiz ve her seyi sorguya tabi tutmamamiz icap ediyor. Mütevazi olmayi ögrenmemiz icap ediyor.
Gökteki kustan ve kirdaki zambaktan ögrenecegimiz son sey, Kierkegaard’a göre, dert ve endiselerimizin yükünü Tanrinin omuzlari üzerine yüklemek oluyor.
Yarin ne olacagini önceden kestirebilmemiz mümkün degil; dolayisiyla endise etmek gayet abes oluyor. Tam burada ve tam su anda yasamamiz, laf söylemekten ziyade lafa kulak vermemiz, kendimizi baskalariyla mukayese etmeyi birakmamiz, ve son fakat ayni derecede önemli, sevince kendimizi bilfiil kaptirmamiz icap ediyor.
Güvenli Ödeme
Hızlı Teslimat
Kolay İade