"Edebiyat elbette insanlari gözlemlemenin sonucunda ortaya çikar,” diyor Platonov. “Onlari gözlemlemek için de mektuplarindan daha iyi bir yer olabilir mi?”
Nitekim Platonov'un 1920-1950 yillari arasinda kaleme aldigi mektuplardan olusan bu derleme, Rus edebiyatinin en özgün yazarlarindan birinin yasamini tipki bir anahtar deliginden bakar gibi gözlemleme, onun duygu ve düsüncelerine tanik olma imkâni veriyor bize. Neler yok ki bu mektuplarda: Esine duydugu tutkulu ask ve çalismak için baska sehirlere gitmek zorunda kaldiginda içini kemiren kiskançlik.
Bazi eserlerinin komünizm karsiti gibi algilanmasi sonucunda edebiyat dünyasindan dislanmasi; bu yüzden hayati boyunca sürekli maddi sikintilarla bogusmasi. Isçi sinifini kendi “vatani” saydigi halde onun düsmani olarak yaftalanmanin yüreginde açtigi derin yara. “Sakincali” bir yazar olmaktan kurtulup saygi görmek ve kendini çok sevdigi edebiyat ugrasina adayabilmek için verdigi mücadelede sürekli duvara toslamasi.
Çok sevdigi oglu daha on bes yasindayken tutuklanip hapse atildiginda ve hapisten çiktiktan birkaç yil sonra tüberkülozdan öldügünde kapildigi derin keder. Tüm bunlara ragmen yasamaya, çabalamaya, sevmeye, ummaya devam etmesi.
Mektuplarin her biri yapbozun bir parçasini olusturuyor: Bir es, bir baba, yazar, arkadas, yoldas, yurttas olarak, kisacasi insan olarak Andrey Platonov'u daha iyi taniyoruz onlar sayesinde.
Güvenli Ödeme
Hızlı Teslimat
Kolay İade