XI. yüzyilin önde gelen sûfîlerinden Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî (ö.481/1089), özellikle mütesâbih âyet ve hadislerin te’vil edilmesine karsi çikmasindan dolayi Mücessime ve Müsebbihe’den olmakla suçlanmis ve Selçuklular döneminde Herat’tan birkaç defa sürgüne gönderilmistir. Zaman zaman idareciler tarafindan takdir edilmis olsa da, hayatinin büyük bir bölümünü baski ve sikintilarla geçirmesine ragmen gerek kendi döneminde, gerekse vefatindan sonra eserleri ve görüsleriyle etkili olmustur. Özellikle mürîdin tasavvufî egitimindeki asamalarina yer verdigi Menâzilü’s-sâirîn adli kitabi, Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde serh edilmistir. Tasavvufî mertebeleri ilk defa yüzlü tasnifle genis bir sekilde ele alip inceleyen Herevî’ye göre, her hâl ve makâmin belli nitelikleri, gerçeklesme sartlari, hikmetleri, hükümleri ve sonuçlari vardir. Bir makâmdan diger bir makâma yükselen sâlikin hâlleri degisir ve zamanla mükemmel hâle gelir. Kisinin manevî egitimi boyunca bütün hâlleri yasayacagi ve makâmlara ulasacagi mutlak olmamakla birlikte, kazandigi makâma ölünceye kadar sahip olmasi da söz konusu degildir. Kazanilan makâmlarin kaybedilmesi mümkündür. Diger taraftan bir makâma ulasmak demek, geride kalan makâmlarla bütünüyle iliskiyi kesmek anlamina da gelmez. Bütün bunlarla birlikte mertebelerdeki asil hedef, tevhîdin hakîkatine ulasmaktir. Zira sûfîlerin sözleri ve muhakkiklerin isaretleri, tevhîdin tashihi içindir; bu gayeyi gütmeyen her hâl ve makâm noksandir.
Güvenli Ödeme
Hızlı Teslimat
Kolay İade