Öylesine büzüsmüstü ki cüceye benziyordu. Sari kaldirim taslari kan lekesiyle kaplanmisti. Kipirdamiyordu adam. Böyle cama çarpan, sonra havada uçup üçüncü kattan yere düsen birinin, cama ve kaldirima çarpma aninda hiçbir tarafinin kirilmadiginin farkina vardim. Çünkü adam, kendisinden artakalan seyi, o içi bos kabugu firlatip atmadan önce paramparça olmustu zaten. Içinde ne var ne yoksa çekip almis, sonra da bos kabugu pencereden firlatmisti.
Mesleginin henüz basinda genç bir gazeteci, isini birakip varini yogunu kumara veren bir avukat, dünyaya karsi tiksintiyle dolmus bohem bir hâkim ve karisini öldüren “sendika hirsizi” bir isçi…
Yara Izleri’nde, bir cinayetin çemberine girip çikan bu dört insanin öyküsü kendi gözlerinden, tipki parçalanmis yasamlari gibi dört bölümde anlatilir. Zaman zaman bir araya gelmelerine sebep olan bir cesede ragmen, bu kisilerin ortak noktasi ceset karsisindaki korkunç kayitsizliklaridir; çünkü gerçekte anlatilan bir cinayetten çok, cinayete kurban gitmis bir toplumun bireylerinin parçalanmisligi, yaralanmisligidir.
Latin Amerikali romancilarin “büyülü gerçekçilik” akiminin büyüsüne kapildigi bir dönemde kendisine bambaska bir yol seçerek yüzyilin en büyük yazarlari arasina giren Juan José Saer’in basyapiti Yara Izleri, Gökhan Aksay’in Ispanyolca aslindan çevirisiyle…
“Saer, Arjantin’in Borges’ten bu yana çikardigi en iyi yazardir.” –William Rowe
Güvenli Ödeme
Hızlı Teslimat
Kolay İade